Çeşmeler – Nihad Sâmi BANARLI

Resim: Kont Amadeo Preziosi, 1851/III.Ahmed Çeşmesi
Aslı itibariyle Çeşme kelimesi, Farsçadır. Vaktiyle pınar demek, su kaynağı demekti. Bu sözün “göz” manasındaki “çeşm” kelimesiyle ilgisi vardır ki, halk dilinde, şiddetle ağlamayı ifade eden “iki gözü iki çeşme” deyimi bu sebeple birkaç türlü güzeldir. Divan şiiri lisanında da, “gözyaşı” ile “çeşme” nin yan yana getirilmesinde “çeşm” ile “çeşme” tenasübünün hissesi görülür.
Fuzuli; seven erkek ıstırabı karşısındaki kadın neş’e ve işvesini, bu yüzden, ve bir “Ş” aliterasyonu için, en güzel çeşmelerden akan sular kadar ahenkli söylemişti:
Leyli işi işve vü
girişme
Mecnun gözü yaşı çeşme çeşme
Yine Fuzuli’nin “Su Kasidesi” bizim şiirimizde kelimelerle inşa edilmiş, böyle bir “çeşme – akarsu” mimarisidir.
Akarsulara kelimelerle yapılan bu abideye mukabil, yüz yıllarca, bilhassa Türk – Osmanlı mimarları yine, su için mermerden kasideler inşa ettiler. Bu sebeple su sevgisi karşısında Fuzuli’nin şiiri ne ise, aynı sevgi önünde, mesela Sultan Ahmed Çeşmesi’yle Tophane Çeşmesi de, o’dur.
San’at tarihimizde yüz yıllarca, şiir, resim, hatt san’atı ve mimari bir defa da çeşmelerimizde birleşti: Çeşmelerimizde Türk kemerleri, kabartma; gül, lale, meyve resimleri, “süsleme” ler, bu manada “su” lar vardır.

Çeşmelerimiz; onların inşası için en tanınmış şairlerimiz tarafından söylenmiş “tarih – şiir” ler ve bunların yine en tanınmış hatt san’atkarlarımızca yazı şekline sokulmuş terennümleriyle seslenir.
Bütün bunlar ya bir dağ başında, oradan gelip geçecek gazilere – askere su vermek için, yahut bir şehir bir kasaba köşesinde, o semt halkının su ihtiyaçlarını gidermek için kurulmuş “Çeşme” adlı abidelerde birleşir. Cami ve şadırvan çeşmeleri, Müslüman – Türk temizliğinin, Hakk’ın divanına yönelirken uğradığı, yıkanıp serinlediği durak yerleridir. Suların aktığı taşlarda ki ince yosunlar, bu çeşmelere daha yeşil bir dini renk verir.
Eskiden, saray ve konaklarda, bir de “oda çeşmeleri” vardı ki yalnız eski Türk temizliğinin veya abdest almayı kolaylaştırdıkları için, eski Türk imanının akışına vasıta olduğu için değil, aynı zamanda bir oda, bir çeşme ile nasıl süslenir? Sorusunun da ev mimarisi, sivil mimari san’atı bakımından, şahane cevaplarıydı.
***
Üsküdar’daki “Üçüncü Ahmed Çeşmesi”nin üzerinde Nedim‘in bir şiiri vardır. Bu dokuz beyitlik şiir çeşmenin, Sultan Ahmed‘le veziri İbrahim Paşa tarafından inşa ettirilişine bir kasîde ve bir tarihtir. Fakat aynı çeşme üzerinde bizzat Sultan Ahmed’le İbrahim Paşa’nın, müştereken söyledikleri bir târih beyti daha vardır ki; bu beyti bir hatt san’atı şâheseri hâlinde ve sülüs yazıyla, bizzat Sultan Ahmed yazmıştır:
“Didi Hân Ahmed ile bile İbrâhim târihin / Suvardu âlemi dest-i Muhammed’le cevâdullah”…
Bir çeşme mimarisinde birleşen şiir, resim ve yazı sanatına, birde Hazreti Peygamber’in adı niçin karışıyor?
Bunu, Peygamberin mucizeleriyle İslam imânındaki “su” sevgisini ve yanmışlara su vermenin zevkini yakından bilenler anlar.
Sultan Üçüncü Ahmed’in daha tanınmış bir çeşmesi, “İstanbul’daki Üçüncü Ahmed Çeşmesi”dir. Bunlar, başta İstanbul olmak üzere, eski Türk- Osmanlı şehirlerini her bakımdan süsleyen, bir nevi âbide çeşmelerdir. Bir meydan ortasında yükselen böyle çeşmelerin dört yüzüne de onları şiirden, hatt ve yontma sanatından örülmüş birer kuşak gibi saran târih kasideleri yazılır.
Üçüncü Ahmed Çeşmesi’nde ayrıca, bizzat Sultan Ahmed tarafından söylenmiş ve hatt san’atına yine, bizzat Sultan Ahmed tarafından geçirilmiş, daha meşhur bir tarih beyti vardır:
“Tarihi Sultan Ahmed’in cari zebân-i lûleden / Aç besmeleyle iç suyu, Hân Ahmed’e eyle du’â”
Bu beytin son mısraı, eski Ebced hesabıyla, çeşmenin tamamlandığı, Hicri 1141 tarihini gösterir.
Fuzuli, Su Kasidesi’nin Hazreti Peygamber’e seslenerek söylediği: “Çeşme-i vaslın vere ben teşne-i didâre su”
“İlahi güzelliğe susamış olan benim, bu susuzluğumu sana kavuşmanın çeşmesi dindirsin” diye bitirir.
***
Çeşmenin, medeniyetimizde tarihî su sevgisiyle birleşmiş, tarihî Türk temizliğinde ve mimarimizde yer etmiş, edebiyatımızda da böyle su gibi akıp giden şiirleri, sayfaları sayısızdır.

Nedim, Lale Devri’nde, Sâdâbâd’da yapılmış Çeşme-i Nev-peydâ adlı bir çeşmeye, musluk yerine konulmuş ve mermerden yontulmuş bir ejderha başındaki mânâlı güzelliği, şiirine eklemeden geçemez. Ejderha ağzından zehir yerine, insana ebedi hayat veren o güzel suyun akışı için, şu mısraları söyler:
Mâ-i tesnim, içelim
Çeşme-i Nev peyda’dan
Görelim âb-ı hayât aktığın ejderhâdan
Gidelim serv-i revânım yürü Sâ’dâbâd’a
Edebiyatımızdaki ve mimarimizdeki bu çeşmeler ne oldu?
Faruk Nafiz, “Çoban Çeşmesi” nde sanki bunun da cevabını söyler. Çünkü eski çeşmeler de, eski şiirler gibi eski aşkların terennümleriydi; eski sevdaların söz yerine, taşa işlenmiş mısralarıydı ve Çoban Çeşmesi (şâir), bunun için söyle konuşuyordu:
Ne şâir yaş döker, ne
âşık ağlar
Târihe karıştı eski sevdâlar
Beyhûde seslenir, beyhûde çağlar
Bir sola, bir sağa Çoban Çeşmesi!..
Bununla beraber, yeni İstanbul imârında ihyâ edilen çeşmeler, yollarımızda birer nefis sanat yâdigârı değil, aynı zamanda birer aziz tesellidir ki; görebilen ve anlayabilenler için göz ve gönül doldururlar.
Nihad Sâmi BANARLI
/ 16 Ocak 1976
Kaynak: Sebil Gazetesi, C.1, S.3, Fazilet Matbaası, İstanbul